“Burası da Dingo’nun ahırı mı?” diye boşuna dememişler…
Günümüzde bir yere giren çıkan belli değilse, ortalık keşmekeş içindeyse, herkesin kafasına göre davrandığı bir düzensizlik varsa hemen o meşhur cümle dilimize dolanıverir:
“Burası da Dingo’nun ahırı mı?”
Peki hiç merak ettiniz mi, bu deyimin ardında nasıl bir hikâye yatıyor?
Şimdi sizi zaman tüneline alalım. Yıl, 1800’lerin sonları… İstanbul’un caddelerinde henüz motorlu araçlar yok; atlı tramvaylar şehrin damarlarında ilerliyor. Takır tukur sesleriyle, yavaş ama kararlı bir şekilde… Bu tramvaylar iki atla çekiliyor ama Azapkapı’dan Şişhane Yokuşu’na varınca işler zorlaşıyor. Yokuş dik, yük ağır. İmdada “takviye atlar” yetişiyor.
İşte tam bu noktada sahneye Dingo çıkıyor!
Dingo, Pera civarında, Azapkapı-Taksim hattı üzerinde bir ahır işletiyor. Kendisi aslında bir Rum vatandaşı. Ama öyle sıradan bir ahır değil bu… Tramvaylara takviye olan atlar burada dinleniyor, besleniyor, değiştiriliyor. Gün boyu bir gelen bir giden… Görevini bitiren yorgun atlar giriyor, dinlenenler çıkıyor. Bir yanda seyisler, öbür yanda tramvay görevlileri… E tabii meraklı mahalle halkı da eksik değil.
Dingo’nun ahırı zamanla bir geçiş noktası, adeta bir küçük terminale dönüşüyor. Öyle ki, kim giriyor kim çıkıyor takip etmek mümkün değil! Herkes bir şekilde oradan geçiyor, uğruyor, dolanıyor. Sınır yok, düzen yok, kontrol zaten yok…
İstanbul halkı da durumu çok güzel özetliyor:
“Burası da Dingo’nun ahırı gibi olmuş!”
Ve işte bu söz, zamanla bugünkü anlamını kazanıyor. Artık bir yer düzensizse, giren çıkan belli değilse, kimin ne yaptığı anlaşılmıyorsa o sihirli cümle söyleniyor:
“Burası da Dingo’nun ahırı mı?”
Sadece bir deyim değil bu aslında. Eski İstanbul’un içinde yaşamış, sokaklarında soluk almış bir anı gibi… Tarihin içinden süzülüp gelen bir sitem, biraz mizah, biraz hayret, biraz nostalji…
Ve ne zaman ortalık karışsa, biz yine soruyoruz:
“Burası da Dingo’nun ahırı mı?”